Paris İklim Anlaşması’nın amacı nedir?

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) için 1995 yılından beri her yıl 197 ülke ve bölgeden temsilciler bir araya geliyor. 2015 yılında Paris’te düzenlenen kongre sırasında, ülkelerin vardığı anlaşmayla, iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir düşük karbonlu bir geleceğe ulaşmak için gerekli adımların atılması gündeme geldi.

Paris İklim Anlaşması’nın 2030 yılına yönelik enerji ve iklim politikaları neler?

Paris aslında ülkeleri biyoçeşitlilikten, gıda güvenliğine, iklim adaletinden adil dönüşüme oldukça geniş çerçevede bir sorumluluklar bütününe taraf olmaya davet ederek uzun vadede küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmayı amaçlıyor. Bunun nasıl ve ne zaman yapılacağını ise 5 yılda bir güncellenecek ulusal katkı beyanlarıyla hükümetlerin inisiyatifine bırakıyor.

Dünyanın önde gelen bilim insanları 2018 yılında hazırladıkları Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Özel Raporu ile hükümetlere hedefe yönelik daha fazla netlik sağladı ve yeterli eylem için küresel kriterleri belirledi: Küresel karbondioksit emisyonlarının 2030 yılına kadar yarıya, en geç yüzyılın ortasına kadar ise tüm sektörlerdeki diğer gazlarda önemli azalmalarla birlikte net sıfıra indirilmesi gerek.

‘MEVCUT POLİTİKALARLA GİTTİĞİMİZ YOL 3 DERECE ISINMAYA İŞARET EDİYOR’

 1,5 ile 2 derece arasında ne gibi farklar var?

Güvenli eşik iklim krizi karşısında coğrafyadan coğrafyaya değişen göreceli bir kavram. Bu yüzden iklim krizinin neden olduğu aşırı hava olaylarının getireceği yıkımın şiddeti üzerinden değerlendirmek ve çerçevelendirmek daha doğru olacaktır. Şöyle düşünelim, bugün 1,2 derecelik bir ısınmanın gerçekleştiği dünyada, Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan bir vatandaşsınız. Ülkenizde iklim krizi kaynaklı seller en çok tecrübe edilen üç afetten birisi ve yıllar içinde sürekli sayısı ve şiddeti artmış. Sadece 2021 yılında onlarca insan hayatını kaybetmiş. Bu şartlar altında bu insanın güvende olduğunu bugün söylemek çok zor.

Nispeten güvenli dediğimiz çerçeve şu: Küresel ölçekte sellerin 1,5 derece eşiğinde yüzde 100 yükselmesi beklenirken, 2 derece ile bu tehlikenin yüzde 170’e tırmanması söz konusu. Diğer yandan 2 derecelik artış, sıcak hava dalgalarının gerçekleşme sıklığını yüzde 20 daha artıracak ve akabinde orman yangınları riskini tehlikeli biçimde yükseltecek.

Krizler çağında güven algımız ve anlayışımız da değişti. Güvenli kelimesini hepimizin rahat nefes alacağı bir senaryoyu değil krizi ve zararı en az etki ile atlatacağımız günleri betimlemek için kullanıyoruz. 1,5 derece ve 2 derece arasındaki farka bu gözle bakmak gerekiyor.

Özetle, Paris Anlaşması’nın uzun vadeli hedefi olan 1,5 dereceye ulaşmak, daha yüksek ısınma seviyelerine kıyasla her şeyin daha azı anlamına geliyor.Önemli kritik eşikleri aşmamak ani değişikliklerle karşılaşma ve bileşik olaylar yüzünden zarar görme riskini azaltacak. Örneğin ısınma 1,5 derecede sabitlense bile aşırı sıcakların sıklığı ve yoğunluğu artacak. Bununla birlikte 2 derecelik ısınma ile yoğunluklardaki değişiklikler, 1,5 derecedeki değişikliklere kıyasla en az iki katı olacak; 3 derece ile bu rakam dört katına çıkacak. Climate Action Tracker’a göre mevcut politikalarla gittiğimiz yol 3 dereceyi işaret ediyor.

Paris İklim Anlaşması’nı kaç ülke imzaladı?

Paris Anlaşması’na aralarında Almanya, İtalya, Kanada gibi ülkelerinin de olduğu, dünya çapında toplam 197 ülke imza attı. Bunların 191’i anlaşmaya taraf olarak süreci tamamladı. Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen ile Türkiye henüz anlaşmaya taraf olmuş değildi. Ancak Paris Anlaşması’nın onaylanmasına ilişkin yasa teklifi 7 Ekim 2021’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda oy birliğiyle kabul edildi ve Türkiye de anlaşmayı onaylayan ülkeler arasına dahil oldu.

Paris Anlaşması’nda, onaylayan ülkeler arasında uzlaşılan maddeler neler?

İklim değişikliğine karşı küresel bir mücadeleyi amaç edinen Paris Anlaşması’na göre taraflar üç hedef üzerinde anlaştılar. Bunlar;

Ortalama küresel sıcaklığın sanayi öncesi seviyelerin 2 derece üzerine çıkmasını önlemek, artışı tercihen 1,5 derece olacak şekilde sınırlamak.

İklim değişikliğinin etkilerine karşı dayanıklılık oluşturmak.

Bu hedeflere yönelik finansman sağlamak. Gelişmiş ülkelerin liderliği üstlenip, gelişmekte olan ülkelere maddi açıdan yardım etmesi bekleniyor.

ÇİN’İN TAAHHÜTLERİ ‘SON DERECE YETERSİZ’ BULUNDU

Paris İklim Anlaşması taraf ülkelere belli bir emisyon azaltım hedefi dayatıyor mu?

Küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlandırmak için küresel emisyonların 2030 yılına kadar yüzde 45 oranında azaltılması gerekiyor. Anlaşmaya göre her ülke Ulusal Katkı Beyanı (NDC) olarak bilinen emisyonları azaltma taahhütlerini sunuyor. Bu taahhütlerin ise düzenli olarak güncellenmesi gerekiyor. Brezilya ve Meksika gibi pek çok ülke taahhüdünü artırmadan bir güncelleme sundu.

Çin’in taahhütleri ve politikaları, bir ülkenin iklim krizini ele almak için üzerine düşeni yapıp yapmadığını belirleyen bilimsel kuruluşlardan oluşan bir birleşim olan Climate Action Tracker’dan “son derece yetersiz” bir not aldı. Pekin hükümeti, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının artmasını durdurma sözü verdi ve ülke yeşil altyapıya yatırım yaptı. Yine de Çin, fosil yakıtlara oldukça bağımlı ve güçlü bir kömür endüstrisine sahip.

Buna karşılık Fas, 2030 yılına kadar emisyonlarını azaltma yolunda olan az sayıdaki gelişmekte olan ülkeden biri. Climate Action Tracker’a göre, her ülkenin NDC’leri Fas’ınkine eşdeğer olsaydı, küresel ısınma bu yüzyılda 1,5 derecenin altında tutulabilirdi.

ABD’yi 2050 yılına kadar karbon nötr hale getirme sözü verdi. Avrupa Birliği ise 2035 yılına kadar petrolle çalışan araçların satışını durdurmayı içeren bir iklim önerisini duyurdu.

Hangi ülkeler daha çok sorumlu, hangileri verilen sözleri yerine getirmiyor?

Paris Anlaşması’nda hükümetler, küresel ısınmanın 1,5 derece ile sınırlandırılması hedefine uymayı ve her beş yılda bir revize edilecek ulusal hedef ve planlarla buna göre hareket etmeyi kabul etti. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse hükümetler, bu yıl Glasgow’daki COP26 İklim Konferansı’na kadar hedeflerini ve planlarını 1,5 derece ile uyumlu hale getirmeli. Mevcut politikalarla hâlâ 2,9 derecelik bir gelecek yolundayız. Tüm taahhütler yeterli politikalarla desteklense bile, yüzde 80’lik 2 dereceyi aşma olasılığı ile kabaca 2,4 derecelik ısınmaya doğru ilerliyor olacağız.

‘EMİSYONLARIN 929 MİLYON TON DÜZEYİNE İNDİRİLMESİ PLANLANIYOR’

Türkiye, bu anlaşmayı imzalarken emisyon azaltma taahhüdü verdi mi?

Paris Anlaşması’nın imzalanması öncesinde ülkeler Birleşmiş Milletler’e (BM) sera gazı emisyonu azaltımı öngörüleri ve politikalarını içeren ve Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanlarını sunmuşlardı. Türkiye bu kapsamda bir “artıştan azaltım” öngörüsü yaparak 2030’da 1 milyar 175 tona çıkacağını öngördüğü emisyonları, alacağı önlemlerle 929 milyon ton düzeyine indirmeyi planladığını bildirdi.

Aslında Türkiye bundan çok daha fazlasını yapabilir. Elimizdeki veriler Türkiye’nin zaten hesapladığı miktarın çok altında sera gazı emisyonu ürettiğini gösteriyor. TÜİK’in yayımladığı son sera gazı emisyonu envanterine göre 2019 yılında toplam emisyonlar 506,1 milyon ton karbondioksit olarak gerçekleşti ve azalma eğilimini sürdürdü.

‘TÜRKİYE’NİN İMZASI ULUSLARARASI ÇABALARA ÖNEMLİ BİR KATKI’

Türkiye’nin Paris İklim Anlaşmasını onaylaması neleri değiştirecek?

İklim değişikliğini kontrol altına almak için ekonomi genelinde bir dönüşüme ihtiyaç var. Paris Anlaşması’yla birlikte dünya genelinde bu dönüşümün hız kazandığına şahit oluyoruz. Ülkeler bu çerçevede orta ve uzun vadeli hedefler koyuyorlar. Avrupa Birliği (AB) 2030 yılına kadar emisyonlarını 1990 yılına kıyasla yüzde 55 oranında azaltmayı ve en geç 2050’de karbon nötr olmayı hedefliyor. Çin, 2060 için karbon nötr olma hedefini açıkladı. Birçok gelişmiş ülkenin bu yönde planları bulunuyor.

Yakın zamana kadar Türkiye’nin bu yönde bir hedef veya öngörüsü bulunmuyordu. Ancak; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde, Paris Anlaşması’nın onaylanacağını açıklarken Türkiye’nin 2053 yılında sıfır emisyonlu bir ekonomiye dönüşmesi yönünde bir vizyon oluşturulacağına ve bir yeşil kalkınma devrimi başlatılacağına da dikkat çekti.

Dünyanın 20’nci büyük ekonomisi konumundaki Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması ve uzun vadeli ekonomik dönüşüm vizyonunu ortaya koyması, iklim değişikliğini durdurmaya yönelik uluslararası çabalara önemli bir katkıdır. Bunu bir ilk adım olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu ilk adım kısa ve orta vadeli ara hedeflerle desteklenmeli ve bu hedeflere yönelik stratejiler oluşturulmalıdır.

Bu noktada 2015 yılında açıklanan niyet edilen ulusal katkı beyanının güncellenmesi gerekiyor. 2053 yılında karbonsuz bir ekonomiye dönüşüm için 2030 yılından başlayarak mutlak emisyon azaltım hedefleri ortaya koymamız şart. Ayrıca her sektör için bu hedeflere hizmet edecek stratejiler geliştirmeliyiz.

‘MİLLİ GELİR YÜZDE 7 ARTABİLİR, İSTİHDAM YARATABİLİR’

Türkiye’nin anlaşmada yer alması ekonomik bir yük yaratır mı?

Yapılan araştırmalar Türkiye’nin aktif bir iklim politikası yürütmesi halinde milli gelirinin yüzde 7 artacağını gösteriyor. Rüzgâr ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümü, teknoloji kapasitesi yüksek bir sanayi gelişiminin yolunu açabilir. Ayrıca güneş̧ ve rüzgârdan elektrik üretim kapasitesinin artması, sanayi üretimindeki değer zincirini de önemli oranda büyütecektir.

İstihdam yaratma açısından bakıldığında ise bu amaçla yapılacak her 1 milyon dolarlık yatırımın, sürdürülebilir enerjide 15-30, enerji depolamada 4-12, enerji verimliliğinde 10-18, çevre dostu şehir altyapılarının geliştirilmesinde 10-15, atık ve geri dönüşümde 15-40 kişiye yeni istihdam yaratma potansiyeli olduğu hesaplanıyor.

Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele etmemesinin olumsuz ekonomik sonuçları olacaktır.  Avrupa Birliği Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile 2050 karbonsuzlaşma hedefine giden yolda, ticari ilişkileri bulunan ülkelerin de dönüşmesini bekliyor. AB, ihracatının neredeyse yarısını bu ülkelere yapan Türkiye için büyük önem taşıyan bir ticaret ortağı.

‘İKLİM KRİZİNİ TAMAMEN GERİDE BIRAKACAĞIMIZ BİR SENARYO YOK’

Bu anlaşma, iklim krizinin önüne geçmemizi sağlar mı?

Son yayınlanan IPCC raporuna göre, 1,5 derece sınırını aşmadığımız bir senaryo yok. Bu da bugüne kadar 1,2 derece ısınan dünyada gördüğümüz zor günlerden sonra 1,5 derecede çok daha zor günlerin bizi beklediği anlamına geliyor. Güvenli eşik için treni her ne kadar kaçırmış gibi gözüksek de Paris hedefleri ile uyumlu hükümet reaksiyonları yüzyılın sonuna doğru ortalama sıcaklıkları tekrar 1,4 dereceye geri çekebileceğimiz bir umut olduğunu gösteriyor.

İklim krizini tamamen geride bırakacağımız bir senaryo mevcut şartlarda ne yazık ki yok. Bilimin rehberliğinde herkesin elini taşın altına koyduğu kolektif bir mücadele ile sadece minimum zararı gözeteceğiz.

197 ülke tarafından imzalanan Paris Anlaşması, iklim krizinin önüne geçmek amacıyla küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 1,5 ile 2 derece ile sınırlandırmayı amaçlıyor. İklim krizi tek tek ülkelerin çözebileceği bir sorun değil; küresel bir yaklaşım gerekiyor. Tabii bu anlaşma da bir anda sorunu çözmeyecek. Ama önemli bir adımdır. Şimdi yapılması gereken ülkelerin taahhütlerini iyileştirmeleridir. Şimdiye kadar verilen taahhütler dünyayı bugüne kıyasla yaklaşık 2,6 derece daha sıcak bir gezegen yapacak. Oysa iklim değişikliğini kontrol edebilmemiz için bu artışı 1,5 derece ile sınırlandırmamız, en kötü ihtimalle 2 derecenin altında tutmamız gerekiyor.

‘TAAHHÜTLERE UYMAYANLARA YAPTIRIM OLMUYOR’

Anlaşmanın artıları ve eksileri neler?

Bugün artık inkâr edilemeyecek boyutlara varan ve toplumların farkındalığının oldukça yüksek olduğu iklim krizi bir zamanlar görmezden geliniyordu. Paris Anlaşması artık devletlerin ve toplumların iklim krizini kabul eden ve eylemsizliğin telafi edilemeyecek sonuçlar getireceği kabulünü ortaklaştıran bir fikir birliği yaratması açısından önemli bir anlaşma. Önemli olmasının yanı sıra ne kadar etkili veya güçlü olduğu ise oldukça tartışmalı. Ancak Paris elimizde iklim krizine karşı evrensel mücadeleyi örgütleyen tek anlaşma ve hedeflerle uyumlu devlet reflekslerini imzacıların yerine getirmesi durumunda etkili olabilecek bir mutabakat.

Bu anlaşmada küresel ölçekte bir hedef konuldu ama bu hedefe ulaşmanın mekanizmaları yeterince kurulamadı. Halen ülkeler nasıl bir zaman dilimi içinde ne kadar karbon emisyonu azaltımı yapacaklarına kendileri karar veriyor ve taahhütlerini ulusal katkı beyanları ile Birleşmiş Milletler’e iletiyorlar. Birleşmiş Milletler ulusal hedefleri belirleyemiyor. Aynı zamanda, verdikleri taahhütlere uymayan veya yeterli ölçüde taahhütte bulunmayan ülkelere bir yaptırım veya tazminat da öngörülmüyor.

Tabii bir noktayı unutmamak gerekiyor; ulusal devletler tarafından yönetilen bir dünyanın koşulları altında olabilecek en iyi anlaşma yapıldı. Bunu hızla geliştirilmesi gereken bir başlangıç olarak görmek gerekiyor.